ŞİİR VE İMGE
Şiir üzerine her zaman yeni şeyler söylemek, yeni anlamlar ve tanımlamalar yapmak mümkün değildir. Her bir şeyin değiştiği değiştikçe yeni anlamlarla yeni eylemleri de beraberinde getirdiği göz ardı edilemez. Varlıkların değişimleriyle şiire bir paralellik sağlamak istenildiğinde tanımlamanın da bir o kadar değişken olduğu görülür. Tanım başlı başına kişiselleşir. O anla anlamlar kazanır. Burada sanatçının ve sanatkârın hem bilim adamlarından hem de diğer insanlardan farklı olduğu ortaya çıkar ki bu durum şairi, sanatkârı bireyselleştirir. Bireysellik çoğunlukla yalnızlığın hapishanesinde ömür geçirmek anlamını da taşır. Bir taraftan şairi kendi hapishanesinde çileye gark ederken diğer yönüyle de özgürleştirmiş olur.
Yaşadığımız çevre, bulunduğumuz şehir, gezip durduğumuz doğadaki gördüğümüz ve yakaladığımız her şeyin varlığını bize verilmiş olan uzuvların yardımlarıyla duyar, algılar, görür ve hissederiz. Bu organlarımız bize nesneyle tanışma, ilişki kurma, ondan faydalanma gibi yardımları da beraberinde getirir. Nasıl algılıyorsak, görüyor ve tutuyorsak o şekilde faydalar çıkararak yeni bir nesnenin üretilmesine de kapı aralamış oluruz. Bütün bunları kelimelerle, kavramlarla ve imgelerle yapar sanatçı.
Sanatın etkileyici gücü kimi zaman kelimelerde dururken, kimi zaman her hangi bir seste, bir musikide ya da bir resmin görsel, soyut imgeleri arasında kendisini hissettirdiğini görür ve algılarız. Bunu gören, oraya yerleştiren, onunla anlamlı ve etkileyici eserlerin vazgeçilmezliğini sağlayan şairdir, müzisyendir, ressamdır ve edebiyatçıdır. İzleyenlerin, dinleyen ve okuyanların zihinlerinde yenilenmeyi, yeni düşler kurmayı, yeni şeylere ihtiyaç duymayı ve yenidünyaların varlığını hissettirmektir. Sanat gizemliliği ortaya çıkarırken yeni gizemlerin peşine düşürür. Sanat doğadaki, maddedeki ve insandaki estetiğe ışık tutarken bilim kanıt peşinde ömrünü sürdürür. Bilim adamının bütün uğraşısı iddiasına kanıtlar ve mantıksal açıklamalar bularak iddiasını ispat peşindedir. Sanatta ise sadece sezginin gücüyle, hissin, gözlerdeki algının idrakle estetiğe dönüşerek bireyi, toplumu zenginleştirmesidir. Sanat daha çok imge yüklüdür. İmgenin etkisi, yansıması, çözümlemeler üretmesidir. Gördüğümüz dünyadaki, tanış olduğumuz her insandaki ve kavradığımız her düşüncedeki belirleyici ana unsur, madde, kullandığımız kavaramlar ve kelimeler imgeden başka bir şey değildir. Gerçeğin ifadesi olduğu kadar bilince yüklediğimiz anlam da birer imgedir. İdrak etmenin, bilmenin ve öğrenmenin anahtarı olan kelimeler bize kitabı, bilgiyi, estetiği, sanatı dolayısıyla kültürü armağan eder. Bu armağandaki öz unsur kavramlarla bizi buluşturan imgelerdir. Yazılı eserlerdeki etkin güç ya da şiir, musiki ve resmin insanı alıp götüren sırrı imgedir. İmge, daha etkili kılmanın, ifade edebilmenin, eşyalardan faydalanmanın, geçmişle gelecek arasında bağlar kurmanın yollarını ararken zihinde uyandırılan his ve duyguya denilebilir. İmge için, daha çok dışımızdaki eşyadan, olaydan ve evrenden faydalanabiliriz. Bunu yaparken kelimeleri öyle ustalıkla kullanır ki şair, zihindeki hissettirdiği algının, resmin, fotoğrafın bir belgesele ve filme dönüşmesi imgeyi vaz geçilmez kılar. Bu durum sanatkârın, şairin düş ve gerçek arasındaki yolculuğunda, duygu ve hissin düşünce atmosferiyle zenginleşmesine ve felsefi anlamlar kazanmasına sebep olur. İmge zihni diri tutar. Sadece anlam derinliği sağlamaz aynı zamanda dün ve bugün ilişkisinde doğru denklemlere katkıda bulunur. Dünün tecrübesinden yeni alanlara, yeni düşlere, yeni kahraman ve tiplere yollar bulur sanatkâr. Hayatı, evreni, yaşadığımız olayları ve şehirlerde şahit olduğumuz konuları, hayatımıza giren ve çıkan her hadisenin bizde bıraktığı etkiyi imgeyle kurgularız. Sairin hafızasına düşen kavramların geçmişle bağlantısı mutlak surette bir olayın varlığını bizlere haber verirken kelimelerdeki ustaca seçki ve kullanım da şiiri güçlendirdiği gibi ayrıcalıklı bir yere oturtur. Kelimelere yüklenir hayatın ızdırapları, coşkuları, sevinçleri ve hüzünleri. İmge burada daha güçlü ve estetik durur. Ruhun yaratıcı çırpınışıyla zihinle gönül arasındaki ilişkide şiir, ruhsal bir bilimin kapısını aralamamızı sağlar. Ruhbilim diye ifade edilen bu yolculuk kelimelerin hafızasını okumak, mısralardaki arka planı görmek, geçmiş kırılmalardaki hayat öykülerini yakalamak gibi fırsatları da bize tanır. Kelimeler örtüsü ruhbilime imkânlar tanır. Kendiliğinden kelimelerin sırrına ulaşmak mümkün olmadığı gibi estetik kayıplar bize sırrın elimizin altından kayıp gitmesine de yol açabilir. O nedenle şiirde aklın, hissin ve ilhamın dikkatlice kullanılmasını anlamalıyız. Akıl her zaman ve her yerde işimize yararken kimi zamanlarda problemler de üretir ve kimi kelimelerin duygusunu, hissini, imgesel gücün kaybını da sağlamış olur. O nedenle aklın şiiri sığdır, duygusallıktan uzaktır. Zihnimizin kavrayışındaki zenginlik ruhsal zenginliğimizle bütünleşerek bir gönül havuzu oluşturur ki bu coşkunun, ağıtın ve hüznün her zaman işimize yaradığını anlarız. Şair ve sanatkâr toplum içindeyken bile yapayalnızdır, kimsesizdir. Onun koştuğu, yürüdüğü dünyayı algılamak için bir şekilde sanatın içinde, estetik fırtınaların şualaşmasına neden olan olayları kavrayabilecek bir zenginliği, acıların dilini anlamayı gerektirir. Bu bize düş zenginliğini, zihnimizin tasarımlarını haber verir. Düşler sofrasında bulunan kelimeler bize şiiri fısıldar. Kelimelerin gücü onlara yüklediğimiz anlamlarla şekillenir. Bunu kavramak için derin estetik hissedişe, iyi bir gözlemci olmaya, yine derin bir tefekküre ihtiyacımız vardır. Gerçek güneş gibi parlarken onu göremeyen insan şiirden yoksun insandır. Şair gerçeğin bizatihi kendisinden derlediği, devşirdiği kelimeleri estetik bir algıya büründürerek şiire ulaşır. Gizemin çekiciliği şairin, sanatkârın işine yararken kimi zaman sessiz haykırışlarla kimi zaman yüksek çığlıklarla ve çoğunlukla munis, ustalıkla, sakin ve huzur verici aşk kelimelerine kendisini bırakarak kalıcı olmayı başarır. Şair, söylenmesi ve yakalanması zor olanı bulduğunda mutlu ve huzurludur. Zor olan söylenmiş olanları tekrarlamak değil yeni bir kimlikle, yeni bir fısıltıyla ve yeni bir aşkla yeniden söylemeyi başarmaktır.
“Mavi bir bakıştı gözlerin
Mavi gözlerinle gördüm gökyüzünü” gibi ifadeler bir şiir algısına hazırlar bizi. “Mavi ellerinden tuttum denizi” denildiğinde de şiir devreye girerken ruhun ve gönlün incelikleri tezahür ederken yersiz bir yerde söylendiğinde ise anlamsız bir bakışa tutsak eder. Sözü doğru zamanda, doğru yerde ve insanların hafızalarına uygun şekliyle söylemek gereklidir. İmgenin gücünü arayıp bularak bilinen anlamların ötesine yürümek anlamlar içinde birçok anlamları yükleyebileceğimiz kelimelere ulaşmak şiiri yüceltmekle kalmaz şairini de kalıcı kılar.
Şiir düşün dili, yüreğin dansı ve şairin duasıdır.
Şairin çırpınışındaki öznel gerçeklik kelimelerle yenidünyalar inşa etmektir. Bu kelimelerle kurduğu yenidünya da bir taraftan arafı diğer taraftan da enfüsi olanı işaretleyerek geçilmesi, ulaşılması gerekene yollar önerir. Bu insanın gerçeğidir. Toplumun gerçeğidir. Şiir kelimelerin arkasındaki gerçeği anlatır. Görünenin ötesindeki gerçeği işaretler şair. Hemen algılanan, anında yakalanan şiir yüzeysel olduğu kadar kalıcı da değildir. Elbette ki bunun da önemi vardır. Kişileri şiire, toplumu sanat ve edebiyata yönelmelerini sağlar. Ne var ki asıl şiir; zor olanın, anlaşılması, ulaşılması güç olanın içinde yatmaktadır. Zor anlaşılmak demek hiç anlaşılmamak demek değildir. Zora ulaşmak her zaman bir çaba ve gayret ister. Dolayısıyla emek ister. Emeğin bulunduğu yerde mutlaka kutsallık söz konusudur. Hep sıradan şeyler söylemek yerine toplumsal anlayışı yükseltme gayreti çağlarını aşan edebiyatçılarda, şair ve sanatkârlarda gördüğümüzü de ifade etmeliyiz. İngiliz Şair Eliot ”Şiir özellikle şair için yazılmış olursa, çok özel ve bilinmeyen bir dilde yazılmış olurdu ve yalnızca şairine hitap eden şiire şiir denemez” diyor. Şair kendisini aşan şiirlerin peşindedir. Sanatkârlarda öyledir.
Şiir kendi içinde taşır tılsımını.
Şiirin yollarında kendisine yer bulan şair kelimelerle dost olmayı da bilir. Mısralardaki fazlalıklar, şiirsel olmayan metinler şiiri yorar. Asıl şiir ortadan kaybolup gider. Bu nedenle fazlalıkların atılması bunları yaparken bir ustanın terbiyesinde uslanarak terbiyelenerek yapmayı öğrenmek daha hızlı yol almayı sağlar. Bir mısrada atılması gereken kelimeler, bir şiirdeki fazlalık olan mısralar şiirin üzerinde kambur gibi durur. İyi bir okuyucu, şiirden anlayan bir okur ya da iyi bir şair şiirin ilk mısralarına baktığında gerçek şiiri ve ham şiiri bilir. Bir şiirin şiir mi değil mi olduğunu kuşkusuz anlar hemen. Terbiye görmemiş atların çılgınca oradan oraya kaçışları, zapt edilmeyişleri gibi kelimeler uçuşur. Yerli yerine oturan şiirde kelimelerin fazlalığı olmaz.
Şiire, yazıya yeni başlayanlar öncelikle çok kitap okumalıdır. İyi bir kitap okuyucusu kitapların dilini, yazarların kendilerine ait tarzlarını tespit etmelidir. En özgün ve özel olanı belirlemeli ve kendisine en yakın gördüğüyle birlikte yürümelidir. Yazar ve şair adayının yapması gereken önceliklerden bir diğeri kendisine hoş gelen bölümlerin altları çizmeli, notlar çıkarmalı, arşiv çalışmaları yapmalıdır. Bunlar yıllara doğru kendi içerisindeki kabiliyeti geliştirir. Kabiliyet mutlak surette bir şekilde kendisini dışa vurur. Edebiyatta usta birileriyle oturup kalkmak, onun atölyesinde zaman geçirmek, sessizce konuşulanları dinlemek, bilmediklerini sormak, okumamız gereken kitapları dikkatle ve ustanın yol göstericiliğiyle doğru eserleri okumak elzemdir. Mutlak surette olması gerekenlerden biri de kamus, sözlük okumaktır. Kelimelerin dünyasına giren kabiliyet kelimelerle şölenler kurar. Bu şölenler bir şekilde var olan ateşi çoğaltır. Ateş içeride yandıkça dışa vurur. Bu durum şiir, deneme, hikâye, günlük türünde kendine uygun olan bir tarz ile devam eder. Ustanın gözetiminde yapılması gereken bu çalışmalar bir geleneğe de işaret eder. Kelimeleri çoğalan aday tekrardan kaçınmalıdır. Kendisini tekrar eden kişi bir süre sonra usandırır. Dinlenmez ve okunmaz.
?Şiirde her bir kelimenin diğer kelimeyle uyumluluk göstermesi, iç musiki ve ses rengini tamamlaması, başlı başına kelime ya da bu mısra şiirde olmadığında şiirin yoksullaşması şiirin istediğidir. Her bir kelimenin diğer kelimeyle anlamlı hale geldiği, bütünleştiği göz ardı edilemez. Bir sözcüğün nereye sürükleyeceğini şair kimi zaman kestiremez. O nedenle kelime seçiminde özen gösterilmelidir.
Şair için sıkıntı şiire ulaştıkça işin daha da zorlaşmasıdır. Yeni başlayan için her şey şiirdir. Bütün kelimeler onun vaz geçilmezidir. Şiirden anlamaya başladığınızda ise her kelimeyi değil uygun kelimeyi, şiirsel kelimeyi arayıp bulmaya mecbursunuz. O nedenle şiirin ana damarı ilham, bilgi, akıl, dil ve kelimelerdir. Elbette ki tecrübenin, birikimin, sürekli okumanın önemi tartışılmaz. Şiiri bulan şair şiirleşmeye başlar. Şiirleşen hayat bir yönüyle son derece zevkli, hoş, ahenkli ve muhabbetli olmakla birlikte diğer yönüyle çekilmez. Sıkıntılı yalnızlıklar, kahrı çekilmez biri olma, tahammülsüzleşme gibi unsurları da içinde taşır. İmgelerdeki coşku şiire ulaştıkça nazlanır. Seslerin, renklerin, anıların, okumaların, her türlü ritim ve tınıların, bütün kelime ve kavramların da kendi içindeki yolculuğu anlamlı hale gelir. Farkında olmadan yaşanılanların ne denli büyük boyutlu katkılarla kendisini yeniden hazırladığını zaman içinde kavrar sanatçı.
Kelimesiz, şiirsiz, imgesiz ve aşksız yaşayamaz şair. Şiirin kendisinden uzaklaşması şairin bir bakıma intiharıdır. O nedenle imge ve kelimelerle arasını iyi tutmaya mecburdur. Bu mecburiyetin asıl unsuru da yoğun bir okuyucu olmaktır. Hamlet’in ne okuyorsun sorusuna verdiği cevap ‘sözcükler, sözcükler, sözcükler’dir. Şairin, edebiyatçının, sanatkârın dahası insanın mutlak surette iyi bir okuyucu olması gereklidir. Okudukça öz güven, okudukça bilmediğinin farkına varma ve okudukça bildim diyebilmenin yakalanmasıdır. Bu bize şiiri de hayatı da anlamlı hale getirir. Bilginin ve şiirin hikmet dolu bahçesine ancak okumakla girilebilir. Okumak başlı başına özel bir eylemdir. Okumak okuduklarının ötesine yürümektir. Okuduklarını tahlil edebilmek daha iyisini yazabileceğinin farkına varmaktır. Şiir ve sanat böyle bilinçli okumalar sonrasında büyür ve doğar. Doğuşa şairin kendisini hazırlaması gereklidir. Kelimelerin ilhamı mısralara dönüşürken birdenbire kesilivermesi şairi yoksullaştırır. Şair yaşadığının farkına bile varmaz. Bir bakıma cehennemi bir hayat içinde hisseder kendisini.
Aşk kıskançtır. Şiirin menşei de aşktır dolayısıyla şiirde kıskançtır. Şairin kendisiyle meşguliyetini ister sürekli. İhmal edildiğinde şiir öncelikli olarak terk eder. Yalnızlıkların prensi olan şiir şairini de yalnızlaştırır. Şiir aşkın bizatihi kendisidir burada. Şair bunu böyle anladığı oranda şiirden kendisini kurtaramaz. Ne zaman ihmal eder şair, şiir kendiliğinden, sessiz sedasız terk edecektir. Ne şiirin ne de şairin buna rızası olmaz. O nedenle kendi dünyaları olan yalnızlığın barınağında hırçınlaşarak ihtiyarlamayı böylece hayata veda etmeyi de giderek benimser. Nankörlük insan hayatında da asla kubül görmez. Şiir ve sanatın hatta dil öğrenmenin de süreklilik arz ettiği bilinir. Aksi halde nankörlük edene haddini bildirirler. İhmal eden ihmal edilir. Terk eden terk edilir. Aldatan aldatılır. Sanat ihmali asla kabullenmez. Şiir kendisiyle oturup kalkmanızı, onunla birlikte yekvücut olmanızı ister. Sizinle beraberliğinde kendisine gösterdiğiniz özen şiirin de boy vermesini hazırlar. Bir anın içinden fısıldayarak, hissettirerek kelimelerin süzülüşünü kaçırmamanızı da ister şiir. Kaçırılan geri gelmez. İmgelerin kelimeler halinde mısralara dönüşmesinde yapılacak olan şey onu kaydetmektir. Yazmaktır. Hayatın içerisindeki her hangi bir unsurla kendisini hissettirir şiir. Bir ses, bakış, süzülüş, duruş, bir renk, ahenk, uyum, bir tebessüm, kırılma, tedirginlik, bir bakış, etkileniş, kabulleniş şiirin doğuşunun anahtarıdır. Eşsiz zamanlarda eşsiz şiirlerin yakalanışı biraz lütuf, biraz çaba, biraz ihsan ve biraz da ilhamdır. Aklın terbiyesinde dile gelen kelimelerin kendi içindeki musikiyle resmi bütünleştirerek kalıcı şiirin varlığı ortaya çıkar. Her yazılan şiirin, her ortaya konulmuş eserin aynı şansla doğmadığını da bilmeliyiz. Kimi şiirlerin şairin yıldızını parlatmasıyla şair şiiriyle mutlu olur ki böylece büyük bir ödüle ulaşmış olur. Vakitsiz ve zamansız yıldızı parlayan şiir diğer şiirleri örter bazen. Böylece daha güzel olanların örtü altında kalışları uzar gider. Şairin buna gücü yetmez. Zaman değirmeni insanı, hayatı ve her şeyi öğütmesi gibi bir şiiri de öğütür. Direnebilen şiir, şair ve sanatkâr geleceğe kalır. Sanat, insanı gerçekle buluşturur. Söz sanatının şahı olan şiir şairin özgünlüğünü, özgürlüğünü ve güçlülüğünü yansıtır. Aynı zaman da yaşadığı toplumun seviyesini, estetik anlayışını, içinde beslendiği şartları da tarihin sofrasına koyar.
Görsel şiir olarak sunulan doğanın malzemeleri çoğunlukla yazılamaz ve çizilemez. Yazılan ve çizilen aslında soyut bir algıdır. Hayatın içindeki malzemeler bize geleceğin şiirini söyletmeyi sürdürecektir.
Özetleyecek olursak şair kimliği bir vergi olarak varsa velut bir şairdir denilebilir. Buna Necip Fazılı, Nazım Hikmet, İlhan Berk, Fazıl Hüsna Dağlarca, Sedat Umran, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, M. Akif İnan, Erdem Bayazıt, Edip Cansever gibi örnekler yeterlidir. Bu doğuştan kazanılmış bir hak olarak kendisini ortaya koyabileceği gibi hiç şiir imgesi verilmemiş bir kişinin yoğun okuması sonrasında şiir üzerine yapılan emekle aklın ortaya koyabileceği şiirlerde yazmak mümkündür. Kimilerinin doğuştan yeteneği, kimilerinin var olanı fark etmesiyle birlikte şekillendirmesi ve kimilerinin de Şiir ve Yazar Evi’inde eğitim ve çalışmalarla şiire yol aralanabilir. Post modern şiir aklın şiiridir. Akılla yazılan şiirin özünde ilham olmaz. İlham eksikse metafizik boyut yok demektir. Bu yokluk şiiri sığlaştırır.
Şiir, şaire ilham topluma ikramdır.
18 Temmuz 2011 * “Şiir ve İmge” yazımız, yayınlanacak olan Şiir Tefekkürü Deneme eserimizden alınmıştır.