Hoşgeldiniz

TWITTER FACEBOOK

ŞAİRİN MEKTEBİ

Ana Sayfa » MAKALELER » ŞAİRİN MEKTEBİ

 ŞAİRİN MEKTEBİ 

 

 

Yazarlar, şairler, mütefekkirler inşa ameliyesinin şuuru içinde eserlerini ortaya koyarlar. Kalem sahibi olmanın idrakiyle tarihi sorumlulukların yükü altında bulunmuş olmak; hem idrak, hem inşa, hem keyfiyet hem de kemiyet üzerinde mütalaayı gerekli kılar. Tarihin ana belleğinde mukim duran ana hat, maarif yani eğitim ve öğretimdir. İnsanlığın evrendeki yolculuğu, eğitim manzumesinden geçerek tek tek insan evladının bilgi sahibi olması, evvela kendine, ahiren aile ve toplumuna, salisen de devletine ve insanlığa hizmet edebilmesidir.

İnsan bireylerinin kazandıkları eğitim-öğretim ahlaki bir anlayışın tezgâhında dokunmaktır. Toplum yöneticilerinin, asıl görevi insanı eğitirken yetiştirmektir. Bunu sağlayabilmenin merkeziyse aile kurumudur. Aile denildiğinde etle kemiğin birbirine kaynaşmış, birbirinden ayrılmaz bireyler hatırımıza gelir. Bu durum bize; devletin tanzimini, asaletini, vatanın bölünmezliğini, hakkın üstün tutulmasını, ahlak ölçüsünün; adaletin terazisinden sapma göstermeksizin bütün bireylere uygulanabilir olduğunu haber eder. Bayrak dediğimiz, sancak dediğimiz özgürlük nişanesinin ay yıldızı, göklerde sonsuz dalgalanışlarla şiire, ses, edebiyata nefes, ilim ve irfana sonsuzluğun kapılarını açar.

Bütün bu girizgâhta varmak istenilen husus şudur; müfredatımızın temellendirilmesini, kök ve gök değerlerinden beslenmeden eğitimi yapamayacağımıza işaret etmektir. İşte bu hususa İslam ve İstiklal şairi Mehmet Akif Ersoy iyi bir muallim olunmadan eğitimin başarısızlığına işaret ederek, şu dört ana umdeyi eğitim ve öğretim yapacak şahsiyetler için vaz geçilmez olarak görür:

İman sahibi (inançlı, itikat sahibi, izanlı, araştırmacı ve bulgucu) olmalıdır.

Edep sahibi (eğitim ve öğretimin kazandıracağı en önemli unsur edepli olmakla elde edilecek hassasiyetin kazandırılmasıyla mütevazı, vicdan ve merhamet sahibi) olmalıdır.

Liyakat sahibi (alanında yetişmiş olmalı ki ehliyet ve liyakatte örnek olabilsin ki ilmin de, tekniğinde, irfanın da yollarını gösterebilsin, özgürce düşünebilme, tercih edebilme hasleti kazandırabilsin) olmalıdır.

Vicdan sahibi (insanın emanet edildiği şahsiyetin, aşkla, istekle, sevgiyle dolu olan gönlünden çeşmeler akmalı, kelimeler incinmeden nakış nakış geleceği dokumalıdır) olmalıdır.

Mehmet Akif, eğitimin yani maarifin vazgeçilmezliği üzerinde öylesine ısrarlıdır ki, geleceğin inşasını burada görmektedir. Bu durumu şöyle ifade ediyor: “Maarif, maarif! Bizim için başka kurtuluş çaresi yok. Eğer yaşamak istersek, her şeyden evvel maarife sarılmalıyız. Dünya da maarifle, din de maarifle, ahiret de maarifle… Hepsi, her şey maarifle kaim!”

30 yılı aşkın bir süre muallimlik-öğretmenlik yapmıştır. Akif’in muallimliğinde dikkatleri çeken en önemli özellikler şöyledir: Şahsiyet, karakter, kişilik, ahlak, anlayış, yaşayış, söz, güvenilirlik, vefa, bilgi ve inanç ekseninde sürüp gider. Hususiyetler başlı başına üzerinde durulmayı gerekli kılar. Dönemin edebiyat, düşünce, ilim ve irfan sahipleriyle tanışır dostluklar kurar. Örneğin Filibeli Ahmet Hilmi, Yahya Kemal, Babanzade Ahmet Naim, İzmirli İsmail Hakkı, Fuat Köprülü, Ferit Kam, Ali Ekrem Bolayır, Ahmet Midhat Efendi, Hüseyin Daniş Pedram gibi birçok isimle tanışma, beraber olma imkânları bulmuştur.

Günümüzün problemlerini çözmek istiyorsak, eğer eğitimi, öğretimi temellendirmek istiyorsak, yeniden dünyada asaletli, onurlu necip bir millet olduğumuzu ikrar edeceksek, özümüze dönmeliyiz. Kendi ilim sahiplerimizin, münevverlerimizin, sanatkârlarımızın, edebiyatçılarımızın birikimlerine, yol göstermelerine güvenmeliyiz. Yeniden tarihteki yerimizi almak istiyorsak Kuranı doğru anlamalı, yaşamalı ve anlatmalıyız. Kuran, hadis ve sünnetle boyanmalı, tarihin nabzını yeniden elde etmeliyiz.

Çağın yazarlarını, aydınlarını tanımak kendini tanımaktan geçiyor. Kendimizi tanıdıkça daha çok gayretimiz keşiflerimiz artıyor, artmalıdır da. Mehmet Akif’ten ders alan isimlere baktığımızda insan bir taraftan hayranlık duyuyor, diğer taraftan nasipsizliğine yoruyor. Reşat Nuri Güntekin, Falih Rıfkı Atay, M. Zekai Konrapa, Ali Hulusi, Celalettin Ökten, Muhsin Ertuğrul gibi isimlerin varlığı bile insana güven vermekle kalmıyor daha çok çalışmaya mecbur olduğumuzu haykırıyor bize.

Prens Abbas Halim Paşa’nın Tahtı Fahimanelerinde; “Heybeliada Sebilürreşad Mekteb-i İbtidaisi” o günün şartlarına bakıldığında oldukça iddialı, idealist, kültür mirasımızın yüzeysel değil, derinlemesine ele alındığı görülebilecektir. Mütefekkirler, münevverler yetişmeden; ataletten, uyuşukluklardan, düşmelerden kurtulamayacağımızı göstermektedir. Mehmet Akif’in müfredata bakıldığında görülecektir ki, dünyayı kapsayacak bütün alanlarda yeni yetişecek gençliğin zihin haritalarına önem verilmiş ve geleceğin inşasının yollarını göstermiştir. Bu gün hala içinden çıkılamaz bir hale dönüştürmüş isek Milli Eğitim Bakanlığını; kendi köklerimizden, tarihimizden, değerlerimizden, medeniyet mirasımızdan uzaklaşarak yeni yollar ararken arasatta kalmış olmamızdandır. Öykünmek, taklit etmek, toplumu da, devleti de milleti de, geleceği de kaybettirir. Taklit kaybettirir.

Sebilürreşad Mecmuasının 1033. sayısında önce devleti, sonra bakanlığı, akabinde de milleti uyarmak maksadıyla “Müfredatsız Maarif” üst başlığını kullanmıştık. Kapakta Merhum Akif’in şu dörtlüğü yer almaktadır:

“Bir baksana, gökler uyanık, yer uyanıktır

Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır

Eyvah, bu zilletlere sensin yine illet

Ey derdi cehalet, sana düşmekte bu millet

Ey millet, uyan! Cehline kurban gidiyorsun”

Dönüş özdedir, öz ise köklerdedir. Köklerimiz bize tarihin emanet ettiği kadim anlayışlarla Medeniyetin Yeniden Dirilişine vesile olmaktır.

Mehmet Akif, eğitim üzerinde ısrarla duruşuyla, şu dört kelimeyi dikkate almamızı istiyor: Maarif, terbiye, te’dip ve tehzip kelimeleridir bunlar.

Maarif, devletin varlığının ancak eğitim ve kültürle sağlanabileceğini, temelli bilgi, düşünce, felsefe, bilim, teknoloji ve kültüre ancak bu yolla erişilebileceğine işaret eder. Bunun adı da “Maarif Bakanlığı”dır.

Terbiye, varlığıyla gönendiğimiz, geleceğimiz diye çabalayıp durduğumuz evlatlarımızın, gençliğimizin; eğitim, yol ve yöntemlerine, bireyden topluma doğru maddi ve manevi iklimlerle donatılmalarının usullerine işaret eder. Elimizde bulunan her türlü şartların böyle bir eğitimden, terbiyeden geçmesi gereklidir. Evden, aile bireylerinden, semtlerden, mahallelerden şehirlere doğru bir yolculuğu gösterir bize. Toplumun bütününün terbiye edilişini gözlerimizin önüne serer.

Edep kökünden te’dip ifadesiyle karşılaşırız ki, bu da bize, insan olmanın hassasiyetini, inceliğini, zarifliğini, kibarlığını, estetik anlayışını yansıtmasına, uygulamasına götürür. Edep kelimesi bize, edebiyatımızın, sözümüzün, kalemimizin sınırlarını çizer. Daha açık bir ifadeyle “Allah’ın yarattığı fıtratı” bizlere hatırlatarak ahlaklı olmamızı söyler. Ayrıca ahlak, bireyin eğilimlerine, davranışlarına, hükmedişlerine gösterilmiş olan hususlardır. Fazileti ifade ettiği kadar rezil durumları da içermektedir.

Tehzip, yontma, düzeltme, tanzim etme, tasnif etme, evirip çevirme, kontrol etme, temizleme, güzelleştirme, anlam katma ve geliştirme gibi anlamlara geliyor. Bu sıfatlar üzerinde uzun uzadıya ısrarla duran Mehmet Akif, özellikle çocuk eğitiminde zihnini, kalbin ve aklın eğitildiğini ve şekillendirildiğini düşünerek hassasiyet gösterdiğini ifade etmiş olalım.

Görüldüğü üzere “Şairin Mektebi”, evvelden ahire doğru giden bir kulluğu betimler bize. Her anımızın kulluk bilinci içerisinde bir emaneti yüklendiğimizi hatırlatarak Tanzimat’la berber gelen vicdan harbi, husumet tohumları, fitne ve fesata yönelik usullerin yanlış olduğunu söyleyerek, yöneticilere yol gösterir. Bunların eliyle, yapılan işler, mektepler “tüketici adamlar” yetiştirmekten ibarettir diyerek noktayı koyar. Batılılaşmanın, modernleşmenin toplumu yanılttığını özden kopuşların giderek derinleştiğini ifade ederek bizleri şöyle uyarır:

“Muallim ordusu derken, çekirge orduları

Çıkarsa ortaya, artık hesap edin zararı!

“Muallimim” diyen olmak gerektir imanlı;

Edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı

Bu dördü olmadan olmaz: vazife, çünkü büyük…”

Mehmet Akif, maarif konusunda, her birimizin tavırsızlığına, vurdumduymazlığına karşı şu ifadeleri kullanıyor:

“Zengin, orta halli, züğürt, elhasıl hepimiz mektepsizlikten, hepimiz maarifsizlikten şikâyet ediyoruz; fakat hiç birimiz bu derdin çaresini bulmak istemiyoruz. Yedi bacanak gidiyorlarmış, saatlerce süren sessizlik canlarını sıkmış;

‘Bir adam olsa da lâf etsek!’ demişler!

Biz de tıpkı böyleyiz.

Milyonlarca herif bir yere toplanmışız; ‘ah bir hayır sahibi çıksa da çocuklarımız için mektep açsa’ diyoruz.”

Akif’in hayata bakışı, anlayışı, yaşantısı tamamıyla İslam’a uygun olma gayretinden ibarettir. Cemiyet hayatında olup biten her şeyi görür ve tahlile tabi tutarak, kurtuluşun Kuran ve Resul ölçüsünde olduğunu her fırsatta dile getirir. Şairin Mektebi diye ifade edebileceğimiz “Heybeliada Sebilürreşad Mektebi” günümüz için de bir model olarak durmaktadır. Nasıl ki bu gün Heybeliada’da hareketlilikler yaşanıyorsa, azınlıklar için bir takım fırsatlar sunuluyorsa Sebilürreşad Mektebi’nin aynı usul ve anlayış içerisinde ana mektepten başlayarak Üniversite de dâhil olmak üzere bu imkânın devlet erkânınca tanınmasında-fırsatın eşitlendirilmesinde yarar gördüğümü ifade etmiş olayım. Fazlasıyla Sebilürreşad ailesi ki, bu aile Büyük Türk Milleti Ailesi’dir.

Rahmetle andığımız Ziya Paşa Adana Valisi olduğu dönemlerde bir gün azınlıkların bir dilekçeyle “Rahibe Okulu” (Bu günkü Adana Fen Lisesinin bulunduğu binalardır) açma istekleriyle karşılaşır. Bu talebe olumlu rapor veren Ziya Paşa’yı o gece uyku tutmaz. Sabah erkenden Vali Konağına gelir gelmez Adana Erkek Lisesinin yapılmasına karar verir ve böylelikle dengeyi sağladığını düşünür. Bizim haklı talebimizi Büyük Cihan Devleti Türkiye’mizin Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve silsileten makam sahiplerinin bu kıyaslamayı da hafızada bulundurmasında yarar görmekteyim.

İlim öğrenmenin erkek ve kadına farz kılındığını, beşikten mezra kadar öğrenme mecburiyetimizi, Kuranı Kerimden ve Hadisi Şeriflerden biliyoruz. Eğitimin yalnızca okullarda değil, aynıyla cemiyet hayatında da sürdüğünü ifade edelim. Bu nedenledir ki Devlet Başkanımız şöyle bir ifade de bulunmuşlardı: “Ahlaklı Gençler Yetiştirmeliyiz”. El-hak doğrudur mutlak surette İslam ahlak ve edebiyle, ilim irfan sahibi olan, kadim anlayışımızı özümseyen ve çağdaş dünyada münevver kalemlerin açtığı ufuklarla yolları aydınlatan gençliğe ihtiyacımız vardır.

Tarım ve hayvancılığın memleketi Anadolu’yu karış karış gezerek Veterinerlikte örnek olmuş bir eğitimcidir Akif. Cami kürsülerinde konuşan bir âlim, dershanelerde müderris yani muallim, İstiklal harbinde milletin sesi, İstiklal Marşı’mızla bir destan şairdir O.

Sözü Milli şairimize bırakalım. “Köse İmam ile Asım” şiirinde bizlere neler söylüyor:

“Hadi tahsilini ikmale tez elden, hadi sen!

Çünkü milletlerin ikbâli için, evlâdım.

Marifet, bir de fazilet… İki kudret lâzım.

Marifet, ilkin, ahaliye saadet verecek

Bütün esbabı taşır; sonra fazilet gelerek,

O birikmiş duran esbabı alır, memleketin

Hayrı i’lâsına tahsis ile sarf etmek için.

Marifet kudreti olmazsa bir ümmette eğer,

Tek faziletle teali edemez, zaafa düşer.”

Bir kıyaslama ile sözümüzü ikmal edelim: Batılılaşma körü körüne olduğunda Tevfik Fikret’in oğlunun akıbeti gözlerimizin önüne geliyor. Bu asla unutulmamalıdır ki köklerimizden, düştüğümüz yerden kalkarak, diriliş meşalesini yeniden cihana göstereceğimiz unutulmasın. Taklit, özenti, karmaşık gibi unsurlar toplum bireylerimizi hırpalamasın. Tevfik Fikret maalesef tamamıyla kurtuluşu batıda görür. Garplılaşmanın ihaneti “Haluk’un Amentüsü” dür. Mehmet Akif ise kurtuluşu İslam’da, yani Asrı Saadetten başlayarak günümüze yol alınmasını önerir. Yeni yetişecek gençliğin adını da “Asım” diye ifade eder. Gelecek, umuttur ve bu umut, geleceğimiz olan gençliğin maarifle mümkün olacağını ve hayatı boyunca “Asım Gençliğini” beklediğini kayda düşelim. Batıyı körü körüne reddetmek değil; ilmin, tekniğin insanlığa ait olduğunu ifade ederek “Hikmet, müminin kaybolmuş malıdır, nereden bulursa alır.” anlayışı hayatının bütününde tezahür eder.

Mehmet Akif, bir taraftan şark edebiyatını, ilim, bilim, irfan sahiplerini okurken, takip ederken, diğer yandan batıda olup bitene, aydınlara, edebiyatçıları da takip ettiği bilinir. Örneğin Mevlana, Sadi, Fuzuli, Şeyh Galip, Baki, Muhammed İkbal gibi ilme, düşünceye önem vermiş olanları okumakla yetinmez, katılmadığı, farklı düşündüğü noktaları ifade etmekten de çekinmez. Yine, Emile Zola, Alphonse Daudet, Alexandre Dumas Fils’i çevirileriyle değil, orijinallerini yazıldığı dillerden okur. Sözün özü, “eğitimin beşikten mezara kadar” devam ettiği gerçeğiyle müfredatımızı tanzim etmeye mecburuz.

Mehmet Akif’ten bize emanet olarak kalan “Safahat”ı doğru tahlil etmeye, dersler çıkarmaya mecburuz. Bakınız aynı yolun müdavimi olan Üstat Sezai Karakoç “Safahat”la ilgili neler söylüyor:

“Üst üste gelen felaketler; Balkan Savaşı, Cihan Harbi, Akif’i bu dönemde “Sıratı Müstakimde” şiir ve yazılarıyla halkı uyandırmaya didindiği psikoloji içinde, onu çok velut yapmış ve ebedileştirmiştir.

“Safahat” bir nevi, yıkıntıların “safha” “safha” anlatılışı, duyuruluşu ve bu yıkıntıların şairde bıraktığı acı izlerin derlenişi, toparlanışı ve tespit edilişidir. Bu yüzden ”Safahat”, bir bakıma, Türk tarihinin en acıklı günlerinin yaşanmış bir destanı, yas yapraklarıdır.”

Mehmet Kaplan ise “Safahat” için şöyle yazar: “Sokak, ev, kulübe, saray, meyhane, cami, köy, şehir, fakir, zengin, dindar, dinsiz, cılız, pehlivan, korkak, kahraman, halk, yüksek tabaka, münevver, cahil, yerli, yabancı, Avrupa, Asya, ticaret, siyaset, harp, sulh, şehircilik, köycülük, mazi, hâlihazır, hayal, hakikat, hemen hemen her şey. Akif’in duyuş ve görüş sahnesine girer. Ve bunları yalnız şiirin değil, edebiyatın bütün ifade vasıtalarıyla anlatır; Tasvirler yapar, portreler çizer, hikâyeler söyler, fıkralar anlatır, konuşmalara başvurur, vaaz eder. Komik, trajik, öğretici, hamasi, lirik, hakimane her edayı, her tonu kullanır. Bu suretle Akif, şiirin hududunu nesir kadar, edebiyat kadar genişletir. Hatta edebiyatı da aşar, onu hayatın ta kendisi yapar.”

Son sözü “Sebilürreşad Mecmuası” söylüyor:

“Türklerin yirmi beş asırdan beri istiklallerini muhafaza etmiş bir millet oldukları tarihen müspet bir hakikattir. Türkler İstiklalsiz yaşayamaz.”

 

2 Mart 2019 – İstanbul *Sebilürreşad – Mart 2019 **“Şairin Mektebi” yazımız, yayınlanacak olan Mürekkep Kokan Eller (Şair Mektebi) deneme eserimizden alınmıştır

İsminiz

 

E-Posta Adresiniz

Fikirlerinizi Bizimle Paylaşın