Hoşgeldiniz

TWITTER FACEBOOK

MÜREKKEP KOKAN ELLERE MEKTUP

Ana Sayfa » MAKALELER » MÜREKKEP KOKAN ELLERE MEKTUP

MÜREKKEP KOKAN ELLERE MEKTUP

 

Cennet kokan ellerle, Mürekkep kokan eller, yan yana duruyor kanımca. İnsanlığın hayrına kalem kullanmak ve “kaleme andolsun” diyerek hakkını vermek hiç de kolay değildir.

Kalem sahiplerinin namusu, kelamlarına ve kalemlerine dikkat etmekle korunabilir. Kelimenin içinden süzülerek gelen, seçilerek gelen, derlenip toparlanarak şiire dönüşen her bir mısranın, her bir cümlenin, her bir hikâyenin sağlayacağı sonuç insanlığın hayrına olmalıdır. Hayrın kelimeleriyle, şerrin kelimeleri en baştan savaş halindedir. Dolayısıyla hakkı tutan kelimelerin hakkın katında değeri ve kıymeti vardır, bundan kuşku duymuyorum. Hakka adanan sözler insana da insanlığa da hayır kapıları açar.

Edep kökünden boy veren edebiyatın dili de, tarzı da, üslubu da, seçtiği kelimeleri de, yüklediği anlamları, teşbihleri, mecazları da aslına uygun Olmalıdır. Gün gelip her şey aslına döneceğine göre, aslına, fıtratına uygun hareket etmek, konuşmak, yazmak ve yaşamak kalıcı olmaktır.

Bunu böyle bilen kalem erbapları, mürekkebe bulanmış kelimelerden cenneti hatırlatacak, cennetin kapılarını aralayacak ve cennetin terazisinde tercih edilen vasıflar, ameller olmasını sağlayacak şekilde sorumluluk hissederler ve öyle kullanırlar. Bu sorumluluk hissi insanlığın sorumluluğunu hatırlatır. Her bir eylemde insandan insana yayılan duygu yoğunluğuyla mürekkep kokan ellerin öpülesi eller olduğunda kuşkumuz yoktur. Biliriz ki “bir harf öğretene kırk yıl köle olunacağı, beşikten mezara değin” bizlere öğretilmektedir. “İlmin kapısına tutunmadan ilmin kendisine-şehrine” ulaşılamayacağı da göz ardı edilemez. İnanç, düşünce, eylemler öylesine iç içedir ki birini diğerinden ayıramazsınız.

Bu aşkla, bu duyguyla kalemler dile gelerek, bu eserin inşası sağlanmış oldu. Umuyoruz hayırlı bir amelin inşasından, yeni kalemlerin muştusu, güllerin kokularını artıracaktır. Bu bir bilinçtir ve sorumluluktur. “Mürekkep Kokan Eller” medeniyetimizi inşa eder. Bereketlere sebep olmasını diliyorum.

 

Sevgili,

 

İçli bir gülüşle, içli bir tebessümle, yepyeni, tazecik bir selam ile her daim merhaba.

Böyle bir selam ile sesimi sana iletmek istedim. Sesim yüzyılların derinliklerinden süzülerek geliyor gibi sana ulaşsın. Hasretle, acıyla, tutkuyla, özlemle mevsimlerin içinden geçerek geliyor sesim. Çocukluk günlerimin anılarına benziyor nedense sana koşmalarım. Sana her döndüğümde içimde bitimsiz bir çocuğun sureti, coşkusu, sevinci, hasreti, çığlığı sanki benimle birlikte koşuyor.

 

Sana olan hasretliğim günü güne, zamanı zamana, mevsimi mevsime eklediğimde bitimsizleşiyor. Bitimsiz bir aşkla sana dönüyorum; her döndüğümde, her baktığımda, her andığımda, her yazdığımda.  Her eylemim seni çağırıyor. Her sözüm sana akıyor. Dünyanın dönüşü, gecenin kayboluşu, yıldızların kayışını umursamıyorum. Asla alanıma girmiyor.

“Güzel bir düşünceyle güçlü bir karakter birleşince harikalar ortaya çıkar” Goethe böyle söyler. Bilirsin ya böyle bir düşünce içerisinde yollarına düşüyorum, yollarını gözlüyorum.  Geçtiğim bütün yollarda izlerin var. Her çiçekte sana dair bir şeyler buluyorum. Her uçan kuşun kanatları seni fısıldıyor sanki. Bir bulut kümesi gökyüzünden geçerken sana eşlik ettiğini farz ediyorum. Her ağaç bana bir başka anlamla bakıyor gibi.

 

Şimdi uzaklardasın diye düşünsem içim üşüyor. Şimdi hasret vaktidir desem titriyorum. Şimdi gözlerinde duran nem, hüzün olmasa başka diyarlara uçurur, külüm havalara savrulur diye ürküyorum.

 

Bazen bir Ceylan düşlerdim göl kıyısında, melül melül bana bakan gözler olurdu yalnızca. Resmin tamamı Ceylanın gözleri olurdu. Hangi diyara baksam o gözler gelip beni bulurdu. Böyle duygular eşliğinde oturduğum her resim, her renk, her kelime, her ayrıntı aslında sen oluyorsun. Okuduğum her kitap, her şiir, dinlediğim her müzik seni söylüyor bana. Bana bakan her göz seni çağrıştırıyor. Her çağrı sana yaklaştırıyor beni. Bilirim ki her yeni sabahta yepyeni heyecanlarla güne başlar insan. Hallerde yenidir, insanlar da yeni. Aşlarda yenidir oyalanışlarda. Anlık değişimi sürer insanın. İnsan bunu fark etmese de sürer. Bu yenilenme tepeden tırnağa değin sürerken benim sana olan bağlılığımda, hasretimde, hayranlığımda bağlılığımda yinelenerek tazelenir, dirilir. Aydınlığın söyledikleriyle karanlıkların söylediği de farklıdır. Aslında her an farklılaştığımı düşündükçe ürpermiyor da değilim.  Böylece anımla anlaşıyoruz. Anlaştığımız anlar tamamlanıyor.  Bir annenin gülüşüne bin baş verilir ya öyle veresim geliyor. Sen geliyorsun sessizce, seslice, coşkulu, hüzünlü, her bir hal ile geliyorsun kalbimden tutuyorsun. Kalbim sen diyor. Ruhum sen diyor. Her halim sen oluyorsun.

 

Aşk mıdır bu, meşk midir anlamını çözemeden yaşıyorum. Yağmurlar yağıyor dur durak bilmeksizin. İnce, iğri damlalarla yağıyor. Yağmurun her damlası, rüzgârın her esişi gibi alnıma düşüyorsun. Gökkuşağı sen oluyorsun.

 

Öyle zamanlar geliyor ya –her birimizde olur bu, kahrı çekilmez anlar, karanlık, ürpertici anlar, çıldırtıcı, yıpratıcı anlar- kendimden kaçasım geliyor, sen bırakmıyorsun. Görmek isteyince insan görüyor. Düşünmek isteyince düşündüğü gibi, kolayına kaçınca her şey farklılaşıyor, yüzeyleşiyor, yapaylaşıyor, yalanlaşıyor.

“Yüreğinde cennet nehirlerinin ferahlığı olsun” dedi ya aldım iç evrenimde büyüttüm koca bir dünya oluşuverdi. Bir sabah, er bir vakitte atlarına bindiler, uzun yol gittiler, dağlar aştılar, dağ gibi oldu yürekleri, dağ gibi içleri genişledi onların. Onlar ki iç gözleriyle gördüler olan biteni.

 

Yürüdüm bildim bileli ardından. Kendimi tanıdım tanıyalı sana yürüyorum. Resmin olsa da olmasa da düşlerimden biliyorum ya hep bir yanımdasın, içimde, tam da yüreğimin ortasındasın. Adın dilimin ucunda, yüreğimin anahtarı, aklımın mihmandarısın.

Bir gülen yüzümüz bir de gülen hüznümüz vardır. Kaldırımların eskitemediği, sahillerin dindiremediği, balıkçı tezgâhlarının bir türlü akıl erdiremediği. Öyle günler yaşanır ki birden bire bir sesin gelir uzaklardan, latif bir sestir bize seslenen, bir Hızır sesi gibi yetişirsin. Geldiğini görmese de içimiz bilir gelişini. Sırtımızı sıvazlayan o narin ellerinden öperim. Sayısız öpüşlerimle ellerinden aldığım ilham, kokunu ruhuma kadar zerk ederek bir daha kaybolmasın diye özen gösterir. Ne zaman gaflete düşsem kokun nükseder ruhum yeniden alevlenir. Seni öylesine özlüyorum ki, kelimelerimin her biri harabeden toplanmış, her birisi yaralı, her birisinde arızalarla dolu ve her birisinin kifayetsizliğini de biliyorum. Sen sürekli aklımdasın ya yetiyor bana. Kokun bırakmıyor ya yetiyor bana.

 

Ahmet Paşa’nın 15. Yüzyılda nida ettiği gibi nida mı etseydim yakışır mıydı bana?

“Dünyayı bir yana koysalar bir yana seni

Bana seni gerek seni ey bi-vefa seni”.

Böyle söylersem dilim yanar, söyleyemem. Senden vefasızlık sudur etmez bilirim. Lakin yine de bilirim ki dünya bir yana sen bir yanasın.  Hiçbir şeyle değişmem seni. Sen sadıksındır, kavline bağlısındır. Olsa olsa ben sıdkıma bağlı kalamam, nefsime aldanır yenik düşebilirim sevgili.

 

“Âşıkların ne çektiğini anlamak için

Allah edeydi bir güzele müptela seni” mi deseydim vallahi bunu da diyemem ki. Diyemem, söyleyemem çünkü aşkın membaı sensin. Sen diye var oldu her şey. Senden neşet etti varlık. Sen sevildin diye dillendi bütün varlık. Varsa yağmur, varsa güneş, varsa yıldızlar, varsa yemyeşil vadiler, baharlar, kışlar, varsa kelebekler, kumrular hep sen diye vardır.

 

Sevgili,

 

Biliyorum ki her doğduğunda güneş sana doğuyor. Güneşim sen oluyorsun. Sana doğan her şey umut oluyor. Bitmek bilmeyen umutlarımsın, sevinçlerimsin, özlemlerimsin. Dışarıda uçan kuşlar bilirim ki sana uçar gibidir. Senden uçar gibidir. Pencere kenarında ki çiçekler, manolyalar, fesleğenler, yedi veren gülleri hep sana açar ve hep sana kokar. Kar yağarken hep sen geliyorsun, her yağmur damlası seni hatırlatıyor bana. Gecenin birden bire fırtınaya dönüşmesiyle, ıslık gibi sesler çıkaran terasların, saçakların, pencere pervazlarının kalbime binlerce üşüme sıçrattığını nasıl söyleyebilirim? Nasıl da ürkerek, korkunç gök gürültülerinin, şimşeklerle kırbaçladığı yeryüzünün şahmeranı andıran göz kırpışlarıyla yorganımı başıma çektiğimi söyleyebilirim? Yorganın altından çaktırmadan bakmaya çalıştıkça gözlerim yerinden oynayacak kadar ürpererek ve korkuyla olanları izledim;

 

Birden bire yürüdüler devleşerek, alevleşerek. Her şey birden bire oldu. Birden oldu her şey. Ulu bir vakti gözler iken vadiler arasından sökün ettiler. Yaklaştılar, yaklaştılar, büyüdükçe büyüdüler, kalplerinin sesi gök gürlemesini andırıyordu. Her bir kalp sesi bir diğerini takip ediyordu. Bir kıyamet vaktine benzer bir hal ile bütün eşya, var olan her şey, dağlar, taşlar, ovalar ve gökyüzü sanki ufalanıyordu. Yalnızca devleşerek büyüyordu uzaktan gelenler.

Kalbin sahibi olandan aldığımız icazetle ruhun dinginlini aradığımız bu yeryüzü; zaman olur çölleşir, zaman olur bereketli topraklara çevrilir. Böyle durumlar içinde dahi çoraklaşmış çöllerimi aydınlatan sensin. Sensin sükûnum, coşkum, durgunluğum ve hüznüm. Sensin sevincim, ahengim, hoşnutluğum ve şiirim. Gözyaşlarım rahmete akar. Rahmetin çağrısıdır varlığın. Umutlarım seninle büyür, gelişir. Sevgini bir ahenk dirilişiyle yüreğime ektim. Aynı topraklarda, aynı yeryüzünde, aynı iklimlerde, aynı mevsimlerde yaşıyorsak seninle bu Rabbimin bana bir bağışıdır, ikramıdır.

 

Şimdi bir deniz gülüşüyle gülmeliyim. Şimdi bir çocuğun neşesiyle neşelenmeliyim. Şimdi bir şiirin akışıyla akmalıyım kalbine. Beni kendinden mahrum etme.

 

Gökyüzünden bir muştusun

Gönlüme dolan yıldızım sensin

Gözbebeklerim sana ayarlı,

Her anımda kandığım sensin

 

Seni sevmek bir Ceylanı izlemeye benziyor. Ürkek ürkek dağlarda gezen Ceylan sürüleri geçiyor gözlerimden. Yüreğin harmanlandığı mevsimleri alıp götürüyor onlar. Tek bir mevsim kalıyor geride. Mevsimler tek renk, çiçekler tek renk, her şey senin rengin oluyor. Beklediğim sensin, sahibim sensin, şahidim sensin. Hayatımın anlamı hayatın da anlamı oluyor. Hayata sen hükmediyorsun ya anlam seninle bütünleşiyor. Sen varsan her şey tamam oluyor sen yoksan her şey eksik.

 

Geçip gidiyorsun sesler arasından, geçip gidiyorsun kalabalıklarda. Ben öylece izliyorum, çaresizce. Ellerim ellerini arıyor, gözlerim gözlerini. Sözlerin yolumu aydınlatıyor. Yolum sen olmayınca kayboluyor. İç sesim, dış sesim sensin. İlmim, itibarim, şiirim sensin. Sen olmadan şiirim kurur. Gözlerin baştanbaşa cennet oluyor. Kelebekler uçar ya baharlarda sana dairdir sanki en küçük kıpırtı, en küçük haber, en küçük ışık, en küçük koku bile dünyalardan daha etkin, daha güçlü, daha kucaklayıcı.

 

Rast bir şarkıda şöyle söylenir;

 

“Sevmek seni bir suç ise

Affet günahımı ey sevgili.” Sevmemek elimde olsaydı yine severdim. Aşk şiirimin dilidir, tek sığınağım, tek ana kaynağım, madenim, ilmimdir çünkü.

 

Şair Baki, içinde akan deryalardan sonbaharı gördüğün de;

“Namı nişane kalmadı faslı bahardan

Düştü çemende berg-i diraht itibardan” diyerek söylenip dursa da dökülen yapraklar itibarsızlaşmak için değildir. Bilakis yenilenmek için, tazelenmek için, yeniden hayat bulmak için toprakla temasa geçerek yeniden aşkın remzi olmaktadır. Yaprak, toprağı öperek geldiği yeri unutmadığını hatırlatarak bahara hazırlık yapar. Toprakla yaprağın öpüşmesidir sonbahar savrukluğu. Aşk öylesine güçlü, öylesine kavurucu bir hal almıştır ki yapraklar sararıp solmuş, en nihayetinde dayanamayıp, toprağa düşmüştür. Ana madenine, aşkına rücu etmiştir.

Hani sonbahar yaprakları savrulurken bizde bıraktığı izlerin bir kayboluş değil, aslında bir hoşnutlukla yenilenmek için oynadıkları oyundan ibaret olduğunu düşünürüm. Böyle vakitlerde her yaprağın da bir gittiği yer olmalı. Varıp dayandığı bir yer. Hasretle kapısını çaldığı, sessizce kıvrılıp bir kuytu köşede beklediği, zamanı unutarak beklediğini düşünürüm. Bağlanmak, sevmek böyle bir şey olmalıdır. Yârin kapısından asla ayrılmadan bir ömür vermektir aşk. Beklerler sonbahar yaprakları, kimselerin umurunda olmadan beklerler. Kış kapıları kapattığında bile aldırmaksızın beklerler. Yağmurlara aldırmaksızın beklerler. Kara, fırtınaya dönüp bakmazlar bile. Ne kadar kar altında, don altında kalsalar da bekleyişleri yemyeşil, cıvıl cıvıl bir bahara kavuşmaktır. Bahar yeniden var olmayı söyler kuşlara. Ağaçların dallarında başlayan kıpırtı birden bire domurlaşarak filizlenir yapraklara, çiçeklere dönüşür. Aylarca bu anı beklemiştir dökülen yapraklar. Artık bekleyişin bereketi yeşillenmektir. Yemyeşil vadilere dönüşen bu durum aşkın alevlenmesine, sebep olur. Her şey yerinden kıpırdamış, yenilenmiş bir vaziyette huşu içerisinde sincapların, tavşanların, börtü böceğin dilini konuşmaktadırlar. Sevgi budur, hasret budur, kavuşma budur. Hamt ve şükür de budur. Kuru yaprağın şükrüdür bu.

 

Aşksız bir şair yaşayamaz. Aşkla yazar mısralarını. Sen benim şiirimsin, aşkımsın. Hasretimsin. Kaçıp kaçıp döndüğümsün. Sürgünümsün. Süreğimsin.

 

Fuzuli’nin sesi geliyor uzaklardan desem olmaz yakınlardan, içimden akar gibi geliyor;

“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip

Kılma derman kim helakım zehri dermanındadır”. Aradığım aşktır benim. Tedaviye zahmet etme, öyle bir şey yaparsan senin verdiğin ilaçlar, tedaviler öldürür beni diye yakarmakla aynı temenniyle şiirinde kalmak ister. Aşkında tekâmülleşmek ister. Sen benim böyle bir aşkımsın. Sende olmak, sende ermek ve sende bitmek isterim.

Denize baksam seni, rüzgâra baksam seni, insana baksam seni gösterir. Aklım gidiyor. Ne yana dönsem senin varlığın gözüme ilişir. Hangi çiçek sen değilsin? Hangi bebek sen değilsin, hangi güzel, hangi Ceylan sen değilsin ki?

Her şey gören gözler için bir aynadan ibarettir.

Şehre suretin düşüyor. Kokun şehrin kendisi oluyor. Burası İstanbul ya, Mekke’yle, Medine’yle arasında çözülmez tılsımlar var. Gül şehri gibi gülün geliyor, güllerin geliyor, gül sen oluyorsun her şey güle dönüyor.

 

Bir gül sevdim halelendim rüzgârla

Rüzgârgülüymüş efendim gül kokar

 

Ay kararır, güneş doğar, gül açar

Gülün adı Muhammet’ten gül kokar

 

Birden bire gül mevsimine girmiş gibi geçtiğim her yer, her sokak, her semt, her belde, her şehir gül kokusuna dönüşüyor. Gülden avizeler seni gösteriyor bana. Güller büyük bir coşkuyla yediveren güllerine dönüşüyor. Aralıksız açıyor bütün çiçekler her açan çiçek gülden bir iz taşıyor.

 

Sevgili,

 

Ne çok özledim, öylesine özledim ki anlatımım eksik, ifadem eksik, cümlelerim eksik geliyor bana. Daha sana hiçbir şey söyleyemedim, dilim bir türlü dönmedi, ifadelerim hep farklı şeyler söyledi. Geveleyip durdum sanki. Bil ki özlüyorum, bil ki içim seninle eriyor.

Seni sevmek dünyanın en büyük hazinesidir bana. Bil ki her an içimde, ruhumda, zamanımdasın. Her an tuttuğum işte, yediğim aştasın. Şimal rüzgârları esiyor ya her sabah –ki her sabah benim için şimal rüzgârlarının estiği zamandır- biliyorum ki sen o rüzgârlarla beni kutsuyorsun. Tutuyorsun ellerimden, yüreğimden o nedenledir ki anlarım sana ayarlı, zamanlarım sana bağlı duruyor. Hayatım seninle süslü, ölümüm seninle güzel olacak, inanıyorum buna.

 

İçime ne zaman bir ürperti girse, ne zaman gözüm seyrise sen gelirsin. Ne zaman bir gökkuşağı sarıverse yağmur sonrası sen gelirsin. Ne zaman bir gül açılsa dallarından bir bülbül şakısa ağaçların arasından sen gelirsin. Hilalde sen varsın, yıldızlar gözlerin olur, baharım, coşkum, hüznüm seninle değerlenir.

 

Bademler ne zaman çiçek açsa kalbime sevgin dolar.

 

Sesinle uyanır her sabah

Uyanır börtü böcek

Gül açar sana doğru

Ayçiçeği seni arar gün boyu

Bir çocuk ağlar sen diye

Boynu büküktür yetimlerin

Gözlerim arar seni

Seherlerde kırağı yağar gibi

Petekte bal, memede süt

İncir ve zeytin armağanındır

Şimdi denize dokunsam sana

Okyanusları görsem seni

Gökyüzü senin yüzün

Hilal ellerin olur, dokunur parmakların

İçime akan bir nehir olur

Kocaman bir nehirdir sözlerin

Nasıl denir, nasıl söylenir

Seni seviyorum

 

İnsan şiire tutununca başkalaşıyor gibi sevgili. Şiir değiştiriyor insanı. Sözün etkisi şiire verilmiş olmalı. Söz şiirle zirveleşiyor. Kendisini kutsallaştırabiliyorsa şiirin özelliğinden kaynaklıdır. Sen olunca şiir geliyor dilimin ucuna. Sen tepeden tırnağa şiir olup çıkıyorsun. Öyle bakınca aklım gidiyor. Şiiri iyi anlamam gerekiyor seni anlayabilmem için.

Aslında Canım Sevdiğim,  sana bu kadar uzun yazacak değildim. Kelimeler kelimeleri çağırdı, sözler sözleri. Ha bitti ha bitecek derken uzadı gitti cümlelerim. Umarım seni bunaltıp sıkmamışımdır. Aslında her kelimem seninle tanış olsun diye bu kadar uzun yazdım. Her kelimem seninle buluşup bana geri döndüklerinde senden izler taşısınlar diye yaptım bunu. Affımın kabulü için her daim hizmetinizde olacağım. Kapım her daim, her vakit, her an senin için açık duruyor bilmeni isterim.

 

Bilmelisin ki kalemim sensin, mürekkebim sen. Aklım sensin izanım sen. Bir kırlangıç edasıyla, yeryüzünün en sevimli kuşlarından hangisi seni meftun ederse onunla bu mektup ellerine ulaşacak. Bil ki şimdilik bu kadar.  Bu kadar yazabildim. Gücüm ancak bu kadar yetebildi. Ellerinden, muhabbetimin en ince, en latif ve en nazik tarafıyla cennet kokundan alabilmek için ellerimle dudaklarımı uzatıyorum. Lütfen ilticamı kabul buyurunuz efendim.

 

 

6 Ocak 2014- Ümraniye  * “Mürekkep Kokan Ellere Mektup” yazımız, yayınlanacak olan Mürekkep Kokan Eller (Şair Mektebi) deneme eserimizden alınmıştır.

İsminiz

 

E-Posta Adresiniz

Fikirlerinizi Bizimle Paylaşın