Hoşgeldiniz

TWITTER FACEBOOK

İNSAN VE KİTAP

Ana Sayfa » MAKALELER » İNSAN VE KİTAP

İNSAN VE KİTAP

                                    

Kitabın hayatımızla ilişkisi semavi dinlerin varlığıyla orantılıdır. İlk vahyin geldiği Âdem Peygamber, semavi dinleri de başlatmış olmaktadır. Kitabın varlığı demek oluyor ki Âdemle birlikte de vardır. Kelimelerin bilgisinin aktarıldığı Âdem evlatlarına da öğretmiştir. Bilgi ve Âdem, Habil ile Kabil arasında ki mücadelede de en belirgin örneğini bizlere göstermektedir.

Demek oluyor ki kitap insanla yaşıttır. Bilgi, kelime, dil de insanla birlikte var olmuştur. Bir gün de bütün bilgilere insanoğlu elbette ki sahip değildir. Ne ilk insanla ne de ondan sonra ki süreçte bütün bilgiler toplu halde var olmamıştır. İnsan kendi ihtiyaçlarını belirledikçe bilgiyi de elde etmiştir.

Kimi olaylar, kimi hadiseler insan hayatında dönüm noktaları teşkil eder. Bazen bir kitap okursunuz, bazen bir şarkı dinlersiniz ve bazen bir bakışa temas edersiniz hayatınızın dönüm noktası olur. Kitabın insanla olan teması da böyledir. Salt kahramanlar yaşamaz romanlarda, kitaplarda, kitapların yön verdiği insanlar, değiştirdiği, etkilediği çoğunluklar da söz konusudur. İlahi dinlerin kitapları böyle bir etkide birinci sırayı aldığını pekâlâ söylemeliyiz. Bir romanla hayatım değişti, bir kitapla altüst oldum, ilk kez okuduğumda beynimden vurulmuşa döndüm, gece sabaha kadar bu kitabı okudum gibi ifadeler toplumumuzda az değildir.

Muhammed Esed’in “Kuran Mesajı” için Engin Noyan bana öyle söylemişti; bir programda kendisine armağan olarak “Kuran Mesajı’nı hediye etmiştim. Eve gittiğinde sabaha kadar bu kitaba kavuşmanın bir sonucu olarak okuduğunu ve uyumadan beni arayıp teşekkür ettiğini iletmeliyim. Edebiyatın, kültürün, sanatın ve şiirin insan üzerinde ki etkisi oldukça yaygın ve tılsımlıdır.

Necip Fazıl’ın “Çöle İnan Nur”, “İslam Atlası” ve “Bir Adam Yaratmak” unutulmaması gereken öncelikli eserlerimizdendir.

Cemil Meriç, Tanrı beni ”Bu Ülke” kitabını yazmam için gönderdi demiştir. Gerçekte “Bu Ülke” oldukça önemli, üzerinde durulması gereken kitaplardan birisidir. En az 3-5 kez okunması gerektiğini düşünürüm.

Sezai Karakoç’un “Kıyamet Aşısı” ve “Yitik Cennet” mutlaka döne döne sayısız kez okunmasında yarar görmekteyim. İnsanın cenneti kaybedişiyle başlayan dünya hayatının nasıl algılanılması gerektiği konusunda bir taraftan yitirilen cennetin durumu diğer taraftan bir “Kıyamet Aşısı” yapılma mecburiyeti gözlerimizin önüne serilmiş olur. “Hızırla Kırk Saat”i kaçıncı kez okuduğumu artık unuttum.

Peyamı Safa’nın “Yalnızız” ve “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” unutulmaması gerekenler içindedir. Tarık Buğra’nın romanları da öyledir. Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ı, Türk edebiyatının önemli eserlerinden birisi olduğunda ihtilaf yok. Yazar zekâsını mizah gücüyle birleştirerek toplumsal olayların en alt seviyeden en üst seviyeye doğru bir değerler manzumesi içinde şiirin, edebiyatın ve felsefenin gücünü romana eklemiştir. Çağdaş dünyaya romanın böyle olabileceğine örneklik teşkil eder. Düşüncenin insan hayatında ki varlığı, Atay’ın dilinde oldukça güçlü durur.

Gabriel Garcia Márquez, ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ romanını kafasında tasarlayıp bir türlü yazamadığı günlerde Franz Kafka’nın ‘Dönüşüm’ünü bir rastlantıyla bulduğunda işte buldum diyecektir “Arşimet” gibi. “Yüzyıllık Yalnızlık” elden bırakılmayacaklar arasındadır.

Britanyalı tarih felsefecisi Arnold Tonybee bir hazine olarak gördüğü İbn-i Haldun’unun  ‘Mukaddime’ için şöyle söylüyor; “Mukaddime’deki tarih felsefesi, nevinin en büyük eseri. Şimdiye kadar, hiçbir ülkede, hiçbir çağda, hiçbir insan zekâsı böyle bir eser ortaya koyamamıştır.” Cemil Meriç ise İbn-i Haldun’u “Kendi semasında tek yıldız” olarak tanımlamaktadır.

İlk sosyolog olarak kabul edilen ve modern sosyal bilimlerin temel ilkelerini yüzyıllar önce ortaya koyan ‘Tunus’lu Büyük Bilge’ İbn-i Haldun’un 780 (1378) yılında Fas’ ta yazdığı ‘Mukaddime’ adlı ünlü eserini bir el kitabı gibi taşımak düşüncenin, inancın, tarihin,  siyasetin ve kültürün önündeki engelleri daha soylu aşabilmemizi sağlar. Kendimizi görmemizi, bilmemizi ve tanımamıza yardımcı olur.

Hayatımızı yöneten, yönlendiren kitaplar ve yazarlar aslında dikkatle bakıldığında çok fazla değildir. Özellikle belli bir okuma ve yazma ustalığı elde ettikten sonra bu kanaate varmak mümkündür. Bu kanaat, ancak belli bir birikim sonrasında ulaşabildiğimiz bir vasıf olmalıdır. Hayatımızı değiştiren kitaplara örneklerden birisi de liseli yıllarımızda okuma fırsatı bulduğumuz Şule Yüksel Şenler’in “Huzur Sokağı”dır.  Şimdilerde dizi yapılmış olması romanın aslından bir şey kaybettiriyor da değildir. Sonraları devreye Tolstoy ve Dostoyevski girmiştir. Alanın genişlemesiyle dünyaya bakışımız da değişmekte ve genişlemektedir. Ne kadar farklı yazarlar tanırsa, onların eserlerini okursa, insan dünyayı bir o kadar fazla ve farklı tanıdığı kanaatindeyim. Başucu eserlerim dediğimizde böyle bir dostlar gurubu kendiliğinden sizi sarıp sarmalar ki kitaplar insana asla ihanet etmez. Hani derler ya bir ıssız adaya gidecek olsan yanına en çok üç şey alsan neleri alırdın diye; okuma tutkusu olanların vaz geçemeyeceği en önemli kitaplarından kalem ve defterinden başka bir şey alacağını asla düşünemem. Kişi kendisi için uygun gördüğünü, vaz geçilmez gördüğünü, tutkulu gördüğünü, dostları için de ister, onlara tavsiye eder. Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler”i, “Yer Altından Notlar”ı, “Beyaz Geceler”i başucu eseri olmalıdır. Hayatın gerçek yönüne işaretler koyan yazar, hem dünü hem de bu günü içinde taşıyarak modern bir dünya algısı oluşturmaktadır. İnsanın içine inmeyi başaran yazar, psikolojiyi romana taşımış bir yazardır.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur”, “Beş Şehir” de öyle kitaplardandır.  “Huzur” romanı, “İhsan”, “Nuran”, “Suat” ve “Mümtaz” başlıklarını taşıyan dört bölümden oluşur. Mümtaz’la Nuran’ın ayrılıkla biten aşkını anlatır yazar. İnsan hayatının vaz geçilmezi olan aşkın edebi bir dil kullanılarak anlatılan ve klasikleşen eseridir. Mümtaz’ın hayatında var olan musiki, sanat, şiir ve edebiyatın Nuran’la paylaşabilecek bir dil yakalamış olmasının getirdiği huzurdur. Dolayısıyla okuyucuya oldukça önemli bilgiler anlatır roman kahramanı. Kitabı seçkin kılar böylece. “Beş Şehir” ise şehirlerin kültürel dokusunu okuyucuya edebi bir anlatıyla taşıyarak şehir biyografisi oluşturur.

Lev Nikolayeviç Tolstoy’un en büyük romanı “Anna Karenina”dır. Vaz geçilmez romanlardan biri de budur. Roman eğitiminde, yazarlık eğitiminde kabiliyeti olanların asla okumaktan vaz geçmemeleri gereken bir el kitabıdır. Orhan Pamuk diyor ki; “Anna Karenina, benim okuduğum en mükemmel, en kusursuz, en derin ve en zengin roman. Tolstoy’un her şeyi gören, herkesin hakkını veren, hiçbir ışığı, hareketi, ruhsal dalgalanmayı, şüpheyi, gölgeyi kaçırmayan, inanılmayacak kadar dikkatli, açık, kesin ve zekice bakışı, bu romanın sayfaları çevirdikçe okura, “evet, hayat böyle bir şey!” dedirtir. Yarıştan önceki bir atın diriliğini, mutsuz bir bürokratın yavaş yavaş düştüğü yalnızlığı, bir kadın kahramanının üst dudağını, bir büyük ailedeki dalgalanmaları, hep birlikte yaşanan hayatlar içinde tek tek insanların inanılmaz ve hayattan da gerçek kişisel özelliklerini Tolstoy mucizeye varan bir edebi yetenek, hoşgörü ve sanatla önümüze seriverir. Roman sanatı konusunda eğitim için okunacak, defalarca okunacak ilk roman Anna Karenina’dır. Nabokov’un bu büyük roman hakkındaki sonsözü ise Tolstoy’un mirasçısı bir başka büyük yazarın edebiyat, roman ve hayat konusunda vazgeçilmez bir dersi niteliğinde.”

 Sovyet Rusya’nın hem o gün hem de bu gün parlayan yıldızlarından biri Lev Nikolayeviç Tolstoy’dur ki “Müslümanların Allah’tan başka ilâhı yoktur ve Muhammed onun peygamberidir. Burada hiç bir muamma ve sır yoktur’ sözüyle üzerinde oldukça farklı yorumları da getirmektedir. Diğeri Fiyador Mihayloviç Dostoyevski, ardından İvan Sergeyeviç Turgenyev gelir.

Bediuzzaman’ın Risale-i Nurları da bu çağa damga vurmuş eserlerdendir. Çağın insanına iman aşısı yapan, üslup belirleyicisi bir dehanın bu gün toplumu ve coğrafyayı nasıl etkilediğini elbette ki görmekteyiz ve görülmelidir.

Türk insanının evinde Mehmet Akif Ersoy’un “Safahat”ı mutlaka vardır. Kurandan sonra en çok baskısı yapılan kitaplardan birisidir Safahat. Akif’le Yahya Kemal’i birlikte okumak lazımdır. Dönemin, biri dış yüzünü diğeri de iç yüzünü ayağa kaldırma gayretindedir.  Hekimoğlu İsmail’in “Minyeli Abdullah”ı ise liseli yıllarımızdan bu yana en çok baskı yapmış romanlardan bir diğeridir.

Fethi Gemuhluoğlu’nun “Dostluk Üzerine”yi okurken gönlümden bir şeylerin daha da asilleştiğini gördüm. İçimden akan ırmağın yatağına, akışına, suyuna, neleri taşıdığına dikkat etmem gerektiğini öğretti bana. Şiirin, hayatımıza Anadolu türküsünü üflediğini, toprağımızın ne denli anlamlı ve değerli olduğunu idrak ettirdi. Bu nedenledir ki Nuri Pakdil’in “Bağlanma”sı, Fethi Gemuhluoğlu için yazılan bir eserdir ve bize bağlanmanın gerekliliğini ve mutlaklığını öğretir.  “Biat –I – II” si apayrı tatlarla teslimiyetin ve bağlılığın özünü anlatırken bunu bir biat kültürü içinde yapılması gerektiğini bize söyler.

Bu arada Faulkner’ın ‘Ses ve Öfke’si, Virginia Woolf’un ‘Mrs Dalloway’ romanları kayıtlarımızda bulunması gerekenlerdendir.  Dili iyi kullanan yazarlar, ufuk açmada daha başarılı olabilirler. Romanların kurgusu, işleme mantığı ve hayatla olan ilişkisi insanın ya da okurun bir tarafına dokunması, sürtünmesi, gıdıklaması gerekir ki eserle arasında bir bağ kurulmuş olsun. Bu eserler böyledir. Felsefi yorumlar, düşsel açılımların kurgulandığı eserler aslında bir çırpıda okunmaz. Dönüp bir kez daha, bir kez daha okumayı gerekli kılar. Bu eserin akıcı olmamasından değil derin ve soylu olmasından ileri gelir.

Eserleri ortaya çıkaran yaşanılan ortamdır. Yazarın yaşadıkları, toplumun ve bireylerin yaşadıkları elbette ki hazırlanılmış malzemelerdir. Bu malzemelerden yola çıkarak problemlerin çözülmesine yönelik, hayatın akışına yönelik eleştiriler getirmek ve olabildiğince yeni şeyler duymayı, yeni açılımlara yürümeyi sessiz ve sedasız göstermiş olmak gereklidir. Bu durumun çoğalması için yeniden romanlara, şiirlere, öykülere yönelmeye, okumalar yapmaya, şehirlerarası gezmelere ihtiyacı vardır yazarın.

Aslında başından itibaren düşünüyorum da her bir okurun kendince kıymet verdiği eserler ve yazarlar vardır. Kimsenin müdahalesine de ihtiyacı yoktur. Lakin her birimizin yakaladığı, okuduğu, algıladığı farklı unsurlar zaman zaman gözden kaçırılmaması gerekenleri de birbirine haber etme niteliğindedir. Aslında şimdi de bunu yapmaktayım. Bir alıştırmadan, bir geometri problemi çözmeden başka yaptığım bir şey değildir. Okunması gereken o kadar kıymetli, eserler ve yazarlar vardır ki bunların hangisinden bahsetseniz bir diğerinden bahsedemez durumdasınız. Birini ele alırken diğerinden uzaklaşırsınız. Dünya mirası olan bu bilgelere doğru yürümenin kapısını çalmak içindir bütün çabamız. Öykü yazmak için, daha çok öykü, roman yazmak için, daha çok roman, şiir yazmak için, bunlarla birlikte şiir kitaplarını çok okumak gereklidir. Öykünün, romanın ve şiirin ne olduğunu ancak okudukça idrak edebilmekteyiz.

Sait Faik hikâyesi, Anton Çehov’un hikâyesiyle yan yana durabilir mi sorusunu kendimce soruyorum. Elbette durabilir. Hayatın içindeki insanın ezikliğinden, işçilerin emeğinden, balıkçıların sosyal ve psikolojik durumlarına varıncaya değin hikâyeleri sürüp gider. Bu gidiş bir aşkın serüvenini anlatır gibidir.  Elbette ki Mustafa Kutlu, “Yokuşa Akan Sular”dan sonra “Uzun Hikâye”siyle zirveye ulaşmıştır.  Rasim Özdenören’in “Ruhun Malzemeleri” bir edebiyat okuru için oldukça önemli bilgiler taşırken “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler”i geçmiş bin yıllık tarihin içinden bize inançlı, imanlı, Kuran ve Sünnet merkezli edebi metinler sunarak “Gül Yetiştiren Adam”a eriştirme çabasındadır. “Yaşamak” ise Cahit Zarifoğlu’nun güncelerinden oluşsa da edebi metinler hazzını verirken “Yedi Güzel Adam”ın şiirine yollar aralar. “Şiir Okuma Kılavuzu ”nu İsmet Özel yazar. Genç okuyucuların elbette ki okuması gereken o kadar çok kıymet vardır ki Aristo’yu, Descartes’i, Farabi’yi, İmamı Gazali’yi, Muhyiddin İbni Arabi’yi, İmamı Rabbaniyi ve diğerlerini anlatmaya vaktimiz yetmiyor. 2012 Ocak ayında yayınlanan “Herkes İçindeki Dünya Kadardır” deneme kitabımı da iyi okuyucular için salık vermeliyim. Aslında ne taraftan bakarsak bakalım “Herkes İçindeki Dünya kadardır”. Mehmet Fuat’ın “Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi”ni yanınıza almayı ihmal etmeyin. Çünkü onlarca dostu yanınızda taşımış olursunuz ki onlarla muhabbetin bitimsizliği zamanla anlaşılır vesselam.

25 Mart 2013 – Ümraniye *”İnsan ve Kitap” yazımız, yayınlanacak olan Şiir Tefekkürü Deneme eserimizden alınmıştır.

İsminiz

 

E-Posta Adresiniz

Fikirlerinizi Bizimle Paylaşın