EYLÜL SARISI
Eylül, yaz yorgunluğudur. Mehmet Fuat’ın “Eylül” romanını hatırlatır her zaman bana. Sonbaharın ayak izi, darbenin karanlık yüzüdür eylül. Yağmursuz geçen günlerin bittiği, yeniden bir başka mevsime geçişin kıpırtısı, yeniden kuşların havalandığı, karatavukların, sığırcıkların göz boyadığı bir ayın adıdır. Eylülde gelmesi beklenir şehri terk edenlerin. Dönüş ayıdır eylül. Dönüş, kimi zaman içe doğru, kimi zaman dışa doğru gelişir. Giden kuşların, leyleklerin dönüş merasimini hatırlatır.
Kayboluşun, dağılışın, tırpan yiyişin, kaybedişin, harcanmışlığın, bitişin öykülerini tamamlayarak yeni bir toparlanışı, yeni bir buluşmayı söyler. 12 Eylül darbesi ne kadar kara ise, 11 Eylül de bir o kadar karadır. Oysa eylül bize buluşmaları, bilişmeleri çağrıştırır. Yeni aşkları, yeni heyecanları ifade eder. Bir bakıma kendisinden kopan insanın yeniden kendisiyle buluşması bu mevsimde başlar. Bir dönem bitmiş ve yeni bir dönem başlamaktadır. Yazın terk edişine tanıklık ederken kavrulan yaprakların turuncuya, kahverengiye, sarıya dönüşü bir başka şiiri hatırlatır bize. Bu şiir tabiatın dönüşüm şiiridir. Kışa hazırlanan tabiat, örtüsünde, kılık kıyafetin de değişikliğe gittiğini gün gün, saat saat, bize haber vermektedir. Aslında bizi de kendisine uydurarak kışa hazırlamaktadır. Eylül sonbaharın kapısını aralar. Haziranda sıkıntı çeken şair, Eylülde yeni bir başlangıca hazırlanır. Eylül şairi, sanatkârı yormaz çünkü daha kolaydır, daha katlanılır, daha ilgili ve sevecendir.
Şairlerin ve edebiyatçıların önemli aylarından birisidir bu ay. Aşkın göz kırptığı, yağmur damlalarının yeni şeyler söylediği, rüzgârın, fırtınaya yerini bıraktığı bu ay, yeni bir heyecanı da size ilham eder. Bu nedenle sanatın hareketlendiğini, sergilerin mekânları güzelleştirdiğini, tiyatro ve sinemanın gösterime yeni muştular taşıdığını da işaret eder. Yeni hikâyelerin, denemelerin, romanların başlangıcıdır. Yeni kitaplar, dergiler fuarlarda bu mevsimi süsler. Yeni bir edebiyat dergisi, yeni bir kitap doğumunu bu aya göre hazırlar. Bunlar da bize gösteriyor ki eylül’ün bize sundukları oldukça zengindir.
Eylül sarısı, teslimiyetin de adıdır. Ramazan, Hicri aylardan neyse eylül de miladi aylardan odur bizim için. Böyle geliyor böyle söyletiyor yeğenim Fatih için. Hoşuma gidiyor “ve seni eylül yağmurlarında seveceğim”, bir ikindi yağmurları vardı bir de eylül. Bir “İkindi Yazıları” vardı, bir de “İkindi Tebessümü”.
Ben bu eylülde yola çıkacağım. Eylül gelsin inşallah yeni bir başlangıç yapalım. Eylülde görüşürüz. Bu iş için eylül ayı birebirdir. Bu gün git eylülde gel gibi cümleler de eylülün yeni bir muştuyu, yeni bir başlangıcı, yeni bir çağrıyı, yeni bir müjdeyi bize haber vermektedir.
Hazan mevsiminin, son yaz ikindisinin bıraktığı topraksı doku yaratılışın da dokusudur. Yaratılış elbisesi yenilenmek üzere renkten renge doğru yol alırken bir durağanlığa, bir başka algının varlığına doğru derinleşiyor. Eylül, yaz uykusuzluğunu sonbaharda demlenmeye hazırlıyor.
Edebiyatımızın usta şairlerinden Nazım Hikmet’in 24 – 30 Eylül 1945 tarihli Piraye’ye yazdığı hisleri günceye şöyle yansımış;
24 Eylül
“En güzel deniz:
Henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk:
Henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
Henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
Henüz söylememiş olduğum sözdür…”
30 Eylül
“Seni düşünmek güzel şey
Ümitli şey
Dünyanın en güzel sesinden en güzel
Şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil
Şarkı söylemek istiyorum…”
Hayat kimi zaman çok garip izler taşıyor. İnsanın içinde taşıdığı dünya ile dışarıda var olan dünya arasında çoğunlukla bir benzerlik göze çarpıyor. Olayların, hadiselerin, çevrenin, iklim ve doğa şartlarının yüzümüze, vücudumuza, kılık ve kıyafetimize yansıması gibi bir şey bu. O nedenledir ki her bir ayın, mevsimin ve anın ruh ve düşünce dünyamızı şekillendirdiğini de söyleyebiliriz. Dolayısıyla yazarın haleti ruhuyesi çevreyle de irtibatlıdır. Hislerinin iniş ve çıkışlarında içerisinde bulunulan şartların sükûnete ya da coşkuya yöneltmesi doğaldır. Ressamın resmine, müzisyenin musikisine, şairin şiirine, romancının romanına elbette bütün bunlar etki eder. Eylül de öyledir. Yeni bir evre başlamak üzere sükûnete geçmektedir her şey. Az sonra olacakların habercisi gibidir.
Ekin tarlaları, bağlar, bahçeler, bostanlar renk değiştirdi, kaybolup gittiler geldikleri yere. Sanki hiç yokmuş gibiydiler. Yılanlar, börtü böcek, Ağustos cırcırı da kesti sesini. Elbiselerini, atılmış, hırpalanmış, terk edilmiş bir vaziyette buldu orman gözcüleri. Geçip gittiğimiz şu patika soldu, çiçeklerin envai türünden hiçbir eser de yok. Belki de şu kayanın en ucunda gördüğün, el ayak değmeyen yerde gözüne ilişendir zambak. Bir kuru rüzgâr esiyor önce, ardından ıslık çıkararak sesini yükseltiyor rüzgâr, havalanıyor ağaçların dökülmüş elbiseleri yeryüzünden, savruluyor kahverenginin giderek toprağa dönüşen renklerinde ölüm treni kalkıyor.
Renkler, yeşilin en güzel tonlarından sarıya, sonra kızıla, sonra kahverengiye dönüşüyor. Giderek güneş alevlerini içine çekerken boşalıyor yeryüzü, bomboz dağlara kalıyor alabildiğine. Ne tarafa yönünü dönsen boz dağların yükselişiyle karşılaşıyorsun. İçin ürperiyor. Elin kolun, kanadın kırılmış gibi hissediyorsun. Sevgi ateşini yaz sıcağına bırakırken yeni bir mevsime kapının gındırığı berrak bir ışıkla günü selamlama çabasında. Havadaki değişiklik, her şeye hükmünü icra ediyor. Şehir ve şehirli değişiyor bir kez daha. Aşkın gizemli duruşu gözlerin arka planında yeni bir ruha dönüşürken beden gönül penceresindeki demlenmeyi de sürdürüyor kuşkusuz. Gönül, iç gözün mekânı olsa gerektir.
Orhan Pamuk’un “Eylül” mırıltısı, nasıl da gelgitlerin, med cezirlerin, aynada yansıyan suretlerin bir benzerine işaretler gönderiyor;
“Şehir her semtiyle yazın peşine düşse
Yaz uzar bundan ve aşklar da nasiplenir,
Yazın peşinde şehir, kadının peşinde şiir
Eylülün semtine kadar böyle gidilir
Bir gecede gittimdi hazirandan eylüle
Eylül yazdan terk edilmişti, şiirse haziranda
Kadın tarafından terk edildi o söylenceye:
Bütün oğullar anneyi bir şiire terk eder!
O kadın beni terk ederse şair olurum
Oğul olduğum kadın sakın beni terk etme,
Şiirdir söylenir, yazdır biter, kadındır gider
Bütün kadınlar şiiri bir kadına terk eder!”
İşte şiire ironik tat veren yazın türküsü böyle yansımaktadır. Hazirandaki hissedişle, havalanışla eylülde sükûn arayış birbirine inişler yapar. Birisi yeni havalanmaktadır zamana, birisi havadaki yorgunluğu kış uykusuna bırakmak için iniş hazırlığındadır. Uzun bir yolcunun hali vardır Eylülde. Eylül yorgundur. Sonbahar hazırlık yapacak ve kış mevsimi onu yenileyecektir. Yeni hayat öykülerini, şiirlerini, resimlerini, romanlarını fısıldayacaktır kulaklarına edebiyatçının. Trenin uzun gurbet düdüğü yeniden sılaya dönüşünü haber vermektedir artık. Gurbetten dönüşün de adıdır Eylül.
Ümit Yaşar Oğuzcan, “Ben Eylül Sen Haziran” şiirinde bakın bize nasıl imgelerle yüklü sesleniyor;
“Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgâr
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilkyaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde”.
Ümit Yaşar’ın hissettiği duygular genelde her birimizin hissettikleridir. Hemen her gün yaşadıklarımızı şair kimliği affetmeden mısralara döker ve anlaşılır, kabul edilir lirizmi, son derece yumuşak ve hislerimizin de tercümanı olur. Yazın bitişine işaret eden şairimiz, yaprakların istilasına vurgu yaparak gazeller içinde var olan çocuksu coşkuyu uyandırmakla kalmaz insanın gidip sonbaharın muştucu yönlerinde bizi oyuna katar. Sevgili ile baharın açışı, gülüşü ifadelendirilirken sanki sonbahar yapraklarıyla yaşanan her şey saçların dökülüşü gibi dökülüp gitmektedir ve bir daha dönmeyecek hissi de uyandırır.
Oysa Eylül’e İsyan’da Ahmet Kaya türküsünü hafızalara şöyle kazır;
“Güneşte kavruluruz kıraç topraklar gibi
Hazanda savruluruz serseri yapraklar gibi
Yalnızlığı yaşarız geride kalan gibi
Düşer düşer kalkarız her Eylül’e isyan gibi.
Sen bir yana, ben bir yana, dostlarımız bir yana,
Bölünsek de, çözülsek de, başkaldırdık zamana.”
Şairin, sanatkârın ruh halini sadece olaylar etkilemez, elbette deveran halinde olan gökyüzü, yeryüzü, denizler her bir şey etkiler. Bu etkilenmedir ki şiiri, yazıyı, farklılaştırır. Renklendirir. Cemiyetin, milletin içinde yaşanan olayların da, dünyanın bir ucunda ki isyanın da, sanatkârı etkilemesi beklenir. Elbette ki sanatkâr da etkilenerek şiirini, bestesini, resmini yapar. Dünyanın öbür yanında ki çığlık şaire başka türlü dokunur. Filistin’de ki, Suriye’de ki, Arakan’da ki çığlıktan azade değildir şair. Ülkenin içinde var olan her şeyin şairin ruh dünyasında depremler oluşturduğunu söylemeliyiz. Bu nedenle tabiatın olayları da aynı düzlemde etkiler oluşturur ki şiir, sanat, kendisini yenilemiş ve geliştirmiş olsun. Eylülde gelen misafirin, Haydarpaşa tren garında karşılanılan misafir gibi hasretli bir yanı mevcuttur. Eylül, hasretin adı, yüreğin tadıdır. Geçmişte olanların geçmişte kaldığına işaret eden bu ay, sulu sepkenlere gebedir ve kışın çağrısını ıslıklar durur. Uzakta gözüken tipidir, yağmurdur, fırtınadır kardır ve yardır. Mevsimler bize kendisini şöyle sıralattırmaktadır;
Sonbahar, 23 Eylül-22 Aralık, Kış, 22 Aralık-21 Mart, İlkbahar, 21 Mart-22 Haziran; Yaz, 22 Haziran-23 Eylül olarak karşımıza çıkıyor. Güney yarım küresinde ise mevsimlerin sırası bu sıralamanın tam tersine işlemektedir. İlkbahar 23 Eylül de başlıyor. Dünya yazınının da bu anlamda farklı izler, farklı algılar beslemesi de elbette ki beklenen bir sonuçtur.
Bu vesileyle dile gelen “Eylül” şiirimden bir bölümle yazıyı tamamlamış olayım;
“Yıldızları sayıyorum aklım karışıyor
Ateş böcekleri de neyin nesi
Üşütüyor bu ağustos beni
Yoksun ya şehir kayboluyor
Yoksun yıldızlar kayıyor.
Bir alev sarısı boyuyor ağaçları
Ağaçlar Eylül,
Eylül kahverengidir madem
Tek tek kayboluyor börtü böcek
Bir sis sarıyor, bulut gibi, yağmur gibi
Bir rüzgâr, bir ayaz, fırtına biraz
Yapraklar savruluyor leylek sürüleriyle
Umudum eylül, kızıla kesiyor
Kıştır pencere gıcırtısı başını uzatıyor
Bir kedi en kuytu yeri arıyor
Gözlerimden geçiyor kervanlar
Dönüyorlar, dönüyorlar evlerine kumrular
Şehir sessizce bir uykuya dalıyor
Aylardan eylül, deniz yalnız kalıyor
Bir şiir, bir de resim düşüyor yere
Ellerinde toprak, ellerinde buğday
Eylül, bir adım ırmak.”
21 Eylül 2012 – Ümraniye /İstanbul *”Eylül Sarısı” yazımız yayınlanacak olan Tahlil Yazıları-Şiir Etüdleri” eserimizden alınmıştır.