Hoşgeldiniz

TWITTER FACEBOOK

ŞEHİR VE MEDENİYET

Ana Sayfa » KİTAPLAR » ŞEHİR VE MEDENİYET

ÖN SÖZ YERİNE

KONUŞMAK VE YAZMAK

Doğduğumuz ilk günden beri konuşuyoruz. Konuşmak bir başlangıç ve hayata anlam katmaktır. Varlığın var olduğunu fısıldaması ve haykırmasıdır. Her sesin, her sözün bir anlamı, bir karşılığı vardır. “Gel iki kelam edelim” demek, birlikte konuşma, sohbet etme çağrısıdır. İlk harfin, ilk kelimenin, ilk cümlenin, ilk emekleyiş gibi hoşnutluk, sevimlilik, mutluluk taşıdığını biliriz.

Konuşmak, anlamlandırmaktır. Bir bakışın, bir gülüşün, bir donukluğun, bir asık suratlı halin kelimesi, vurgusu farklıdır. Bir büyüğün, bir küçüğün, bir gencin, bir bebeğin kelimesi, üslubu ve vurgusu farklıdır. Bebek ağlayarak konuşur. Öyleyse konuşmak mecburiyettir. Konuşan insan, bir süre sonra yazma eylemiyle karşılaşıyor.

Konuşmak yazmayı içinde besliyor.

Yazma eylemi de kuşkusuz, bir sorumluluktur. Konuşma eylemi de, yazma eylemi de, bir bilincin şekillendirilmesi ve aktarılmasıdır. “Yazmak cehennemdir.” diyor Sartre. Yazmak cehennemdir. Çünkü yazmak zorunda olduğunu hisseden insan, yazmanın ve okumanın olumlu veya olumsuz bir sonucunun olup olmayacağını düşünmese veya bilmese de yazmadan yaşayamayacağını düşünmektedir. R Maria Rilke, bir kişinin şair olup olmayacağını belirleme konusunda Yazmazsan yaşayabilir misin?” sorusuna, Hayır, yaşayamam.” cevabını verebiliyorsan, sen bir şairsin, demektedir. Yazmak, bu nedenle salt varoluşsal bir tutum içerdiğinden, yazar için bir zorunluluktur. Bu varoluşsal zorunluluk, aynı oranda varoluşsal bir sorumluluğu da taşımaktadır. Eylemin sebep ve kaynağı, eylemin oluşma, olgunlaşma ve sonuçlanma sürecini de belirlemektedir. O halde “bir varlık sayhası” olarak harekete geçen yazma eylemi, bir cehennem gibi boğucu, daraltıcı ve yakıcıdır. Yazmak, bir cehenneme girmek kadar ağırsa da varoluşun daha güçlü ağırlığıyla oradan bir yazıyla çıkmak da gerçek yazarın işidir. Böylece özgürlüğümüzü, sorunlarımızı, çözümlerimizi kendi duruşumuzla, kendi bakışımızla ortaya koyarız. Yazma eylemiyle ilgili olarak bu söylediklerimiz, okuma eylemi için de geçerlidir. Gustave Flaubert “Yaşamak için okuyun.” demektedir. Sartre da “Fikir benim için nesneden daha gerçekti. Çünkü fikir bana nesneden önce, nesne olarak sunulmuştu. Ben evrenle kitaplarda tanıştım. Sindirilmiş, sınıflandırılmış, etiketlendirilmiş, düşünülmüş ve yine de heybetli.” diyerek okumanın ve yazmanın kâinat, dünya ve siyasetin belirlediği ortamla ilgisini kurmuştur.

O halde yazmak bir duruş ortaya koymaktır. Her şeyin bir bedeli vardır. Yazmanın bedeli de cehennem ateşine dayanacak sıcaklıkta yazılar yazmak, dayanışmayı, bilişmeyi, buluşmayı sağlayacak bir selam iletmektir kişioğluna. Yazmak, okuyucuyla merhaba etmektir. Acıyı, sevinci, coşkuyu paylaşmaktır yazmak.

Yazarak ve okuyarak diğer varlıklardan ayrılırız. Yazma, düşünme, kuram ortaya koyma ve geliştirme ve okumaya ihtiyacımız oranında “insanlaşırız”. Yazmak ve okumak, insan olma ve insan kalma düzlemini sürekli canlı tutma çabasıdır. Bu nedenle yazma ve okumaya bağlı çabalar, maddi bedellerle asla ölçülemez. Ölçülemez çünkü düşünce, satın alınacak bir meta değildir.

“Birkaç bin metre derinlerde kömür çıkaran, denizin dibinde sünger arayan, bendini yıkmış suya karşı çıkan bir insan gibidir yazar. Gerekirse hayatı da kalemin ucuna kadar gelip orada bekleyen bir kelimeye bağlı kalır. Burada, bu kelimeyi söylemek veya söylememek arasında düşünerek bir seçme yapacaktır. Terazinin bir tarafında yani kelimeyi söyleme kefesinde ölüm ve hakikat; susma kefesinde de hayat ve yalan olsa o kelimeyi yazacaktır.” der Sezai Karakoç. O halde yazmak, çağa tanıklık etmek gibi önemli bir eylemdir. Yaşayarak tanık oluruz çağımıza. Yazarak, yaşananları kayda düşürürüz. Yazarak, bize yaşama gücü veren ilkelerimize sahip çıkarız. Sesimizin, nefesimizin, hareketlerimizin ulaşmadığı noktalara kelimelerimizle ulaşırız.

Yine Sartre‘ın dediği gibi “Çağımızda susmak bile politik bir durum almaktır. Susan yazar da sustuğu bir konuda bir cevap vermiş demektir” diyor. Demek ki yazar, susarak çağının sorusu, sorgusu ve belirlemesinden kaçamamaktadır.

Mevlana‘nın dediği gibi “cancağızım, yeni şeyler söylemek lazım”. Çünkü yazmak yeni şeyler söylemektir. Yeni haberler, yeni duyuşlar, yeni muştular yollamaktır. Yakındakilere, uzaktakilere, bizi bilenlere, bilmeyenlere, tanıyanlara, tanımayanlara, okuyanlara, okumayanlara, görenlere, görmeyenlere…

İsminiz

 

E-Posta Adresiniz

Fikirlerinizi Bizimle Paylaşın